Emsallerine faiktir

Haziran 04, 2009

Orman'daki Arslanlar

Olanca saflığımla ,“Büyük Düşünmek” diye bir terimi Mr. Turgut Özal uydurdu sandım yıllarca. Meğerse, pek çok şey gibi onu da bu ülkeden araklamış. Görkemli kamu yapıları, müzeler, parklar, tren istasyonu, vb. pek alışık olmadığımız bir dünyasal düzeni ve onunla şekillenmiş kent dokusunu yansıtıyor.
“Kamu” denen, ve bizlerin sürekli didiştiği, rahatımızı ve muhtelif haklarımızı -kısaca yeryüzündeki yerimizi- ona karşı sürekli korumak zorunda olduğumuz, yeri geldiğinde adice kazıklar atmaktan çekinmediğimiz bu düşsel canlının esas varlık nedeninin bireyin yaşamını kolaylaştırmak, zenginleştirmek olduğu sezgisi sağlıklı bir Türk vatandaşı olarak bende bir takım travmalara neden oldu. Belediye, yerel yönetim,hükümet ne derseniz deyin, nasıl olur da, toplumun yararına bu kadar işlevsel, güzel, gurur duyulabilecek açık ve kapalı kamusal alanlar yapabilir ? Allahın koskoca New York’unda yüzyıl içinde bir tane şöyle akıllı uslu fen memuru, imar müdürü, kadastro şefi çıkmamış. Hadi onlar yok, tamam. Peki; simit, sosis, dondurma satıcılarını tek tip kıyafet ve satış şeyi ile bezeyecek bir tane eşcinsel modacıları da mı yok? Yok işte temeline tükürdüğüm kentinde…
Sözgelimi, oturup kentin göbeğine kocaman kütüphane yapıyorlar. Üstelik, “Halk Kütüphanesi”… Aslında “Lenox” ve “Astor” nam kalburüstü iki adet zaten varken[1]. Fakat ne fayda ki, bu taşaklı iki kütüphane de daha çok araştırmacılar ya da bibliomanlar için. Anlaşılan bu sorun çok paralı başka bir New York’lunun da zihnini kemirmiş, tatlı uykudan can havliyle fırlatmış ki, o da cebinden bağımsız ve halk tarafından kullanılacak bir kütüphane için ikinoktadörtmilyon dolar çıkarınca Lenox ve Astor[2] kütüphanelerini de içine alacak yeni “halk”[3] kütüphanesi yapımına başlanıyor. Bin dokuz yüz iki yılında oluyor bu iş. Mart 1911’de Başkan Howard Taft tarafından açılana dek, zamanın parasıyla yirmi dokuz milyon dolar daha harcıyorlar utanmadan. (Haa, 1902’de Türkiye’de de inanılmaz şeyler oluyor, Şair Nazım Hikmet Ran doğuyor mesela).
Hala insanların büyük bir keyifle kullandığı bu yapının girişindeki merdivenlere oturmak suretiyle sevgilini öpüp koklayabilirsin, çeşitli koleksiyonlarından[4] hayasızca yararlanabilirsin, basitçe kitap okuyabilirsin ya da benim gibi koridorlarında sürter, giriş holünde şallak mallak ve ağlamaklı kala kalırsın! Hele, tüm bu olan bitenin devlet güdümü, parası, zartı zurtu ile olmayıp, yerel yönetim ve hayırsever çook zengin vatandaşlar tarafından kotarıldığını, yaşatıldığını biliyorsan kendini daha da berbat hissedersin.

Kurulduğu, inşa edildiği günden bu güne dek yapının orasına burasına saçma ekler yapılmamış olması, nebleyim, mesela doğramalarının değiştirilip alüminyuma falan çevrilmemiş olması da garip tabii. Oysa, Uygarlıklar beşiği İstanbul’umun Haydarpaşa garındaki gibi, büyük kubbeli ana holün alüminyum iskeletli plastik bir asma tavanla (galiba açık pembe veya krem rengiydi. Gözlerim doluyor, dikkatle bakamıyorum böyle şeylere) ortadan bölmeliydiler. Bir başka gariplik de; hiçbir hükümetin, yerel yönetimin aklına 1911’den beri “Ey ihvanlar: şurayı satsak da, bir alışveriş merkezi otel, konge bilmemnesi yapsalar” demek gelmemiş olması elbette.

Tuhaf millet bu Amerikalılar vesselam.

Edited By Miki (İlk fotograf Miki'nin)




[1] Yaşadığı çağda Amerika’daki en zengin kişi olan John Jacob Astor, 1848 de öldüğünde, vasiyeti üzerine servetinden 400.000 doları yaşadığı kente bir kütüphane yapılması için ayrılıyor!
[2] Girişin iki yanını süsleyen, binanın girişi için özel olarak yontulmuş güzel arslan heykellerinin adları o yüzden Astor ve Lenox !
[3] “Halk Otobüsü”, “Halk Pazarı”, “Manav Reyonunda Halk Günü” falan gibi osuruk işler çağrışımı yapmasın sizde, bu “New York Halk Kütüphanesi” lafı. Amman ha !
[4] Mesela, ilgili (ve zengin tabii) bir zat tarafından toplanılarak, müzeye armağan edilen Shelley el yazmaları; döneme ait rahat koltuklar, kitap dolapları ile bezeli ufak bir salonda haftanın belli günlerinde, bu konuda meraktan kıvrananların ilgisine sunulmuş.

Haziran 02, 2009

Amerika'dan Öteye Köy Var Mı ?

Galiba var. Adına da New York demişler sanki...
Yılın bahardan yaza döndüğü günlerden birinde on gün süreyle Karımın dostlarından birinin evine kapılanmaya gittik yine! Tuhaf bir insan benim şu benim Karım. Şahsımı dehşete düşüren pek çok inanılmaz yeteneğinin yanı sıra, Yeryüzünün muhtelif yerlerinde – ama özellikle gidilesi, görülesi yerlerinde - çalışan, didinen işleri başlarından aşkın ve küçücük evlerde oturan çok iyi insanları, gidip evlerinde bir süre geçirmemiz için ikna etmek gibi bir yeteneği de var! Bu evlerinde kaldığımız dostların evleri küçük dedimse; yürekleri geniş ve aydınlık haa. Sadece ona değil benim gibi bir canlıya da on gün katlandılar. Genellikle abartmayı, uydurmayı seviyorum, doğru. Ama bu defa yalan yok. Ev o kadar küçük ki, tuvalette lavabo yok. Sıçarken bir şey okuyamamanın acısını bilir misin ey İnsanoğlu… Karşıdaki duvar yüzüne o kadar yakın ki, dergi okumak imkanı yok, gazetenin sayfalarını açmak imkansız, illa “yok hayır okumam aydınlanmam lazım” diyorsan, okuyacağın yeri cep telefonu boyutlarında katlayıp öyle giriyorsun mabede. Ama, ev sahiplerimizin mangallar yürek, yürekler derya… Kaldığımız süre boyunca iki şey içimi dağladı durdu. Biri; tuvalette okuduğum kitabın sayfalarını rahatça çevirememek. Diğeri de, bu yüce gönüllü insanların iyiliğinin, konukseverliğinin, adamlığının hakkını nasıl vereceğim şeyi.
Kaldığımız yer Brooklyn’de bir İtalyan Mahallesi. Atlet ve altın kolye ile bezeli, bol tüylü orta yaşlı erkeklerin açılır kapanır (kıçı güzel terletsin diye oturulan ve sırt dayanan yüzeyleri naylon olur hep. Bildin mi?) bahçe koltuklarında gelen geçene baktıkları sakin, sürekli uykuda bir semt. Çok uzun zaman önce ölmüş ama öldüğü nedense fark edilmemiş teyzelerin ne bok sattığını hiçbir zaman anlayamadığın, köhne dükkanları olan yerlerden.
Evin hemen yanı başında muhtemelen mahalle sakinlerinin devam ettiği bir bar var. Barın kapısı önünde dikilip sigara içmek gerekiyor. Aptal ya, bu Amerikalılar. Nedense kapalı yerlerde tütün içmeyi yasaklamışlar! Özgürlüklerin beşiği bu ülkede sokakta elinde içki şişesi/kadehi ile de sürtemediğinden, alkol içerde, nikotin dışarıda bir hengamedir gidiyor. (Haa bu arada, kaldığımız evde de tütün içmek yasak-dı! Mülkün sahibi olacak kaltak, mukaveleye böyle bir madde koydurmuş. Ev sahiplerimizin de kurallara uymak gibi rahatsız edici bir şeyleri var. Anlayamadım bi türlü) Mahallenin içindeki bu barın küçücük bahçesinde hafta sonları çook geç saatle kadar insanlar vakit geçiriyor. Duyduğun şey sadece insanların neşesi, konuşmaları. Şöyle gürültülü bir müzik, bağırış çağrış, isterik kahkahalar atmak kimsenin aklına gelmiyor. Dedim ya, çok akıllı değil buranın insanı…
İlk günün sersemliğinden kurtulup, devrisi sabah iş Manhattan’ı keşfe geldi. İstanbul’u büyük kent sanan birinin el değmemiş hıyarlığı ile, buranın da şehir olduğunu sanıyorum hala. (Düşün ey insan evladı, yaş kırkaltı hala acaib-i aleme yelken açma peşindeyiz) Denizleri , gökleri ve karaları ve binlerce alemi yaratan Yüce Rabbimin başka neler yaratmış olacağı düşüncesi aklıma gelmiyor.
East River isimli verilmiş nehrin altından geçerekten Manhattan’a varan metrodan yeryüzüne çıkınca ben de ossat bir yürek pırlanması peydah oldu. Say ki, öldük de başka bir aleme açtık gözleri. Bu ürkütücü büyüklükte, gürültüde ve kokudaki kent şimdiye kadar gördüğüm hiçbir şeye benzemeyen bir heyüla. Anlatılır bir bok değil çok afedersiniz. Ama anlatacağız çaresiz.




Edited By Miki (Birinci ve beşinci dışında tüm fotograflar Miki'nin)