Emsallerine faiktir

Kasım 14, 2010

Chicago ve Yapılar II - 1950 Sonrası



 Marina City. 1964 – 1967. Bertrand Goldberg Architects.
  Chicago Nehri kıyısındaki 62 katlı bu iki kulede konut, bürolar, garaj, bir televizyon stüdyosu, banka, altta marina…Akla ne gelirse var. Otopark ilk onsekiz kat boyunca kesintisizi devam eden beton bir plak. Ana taşıyıcı olarak kullanılan ortadaki betonarme çekirdek (binanın tepesinde görünüyor) ve iki sıra çevresel yerleştirilmiş kolon sıra dışı bir form ve statik avantajlara sahipse de, sanki konut tasarımı ve yapı estetiği için pek iyi olanaklar sunmuyor. Ama tabii bay Bertran Goldberg benden iyisini bildiği için böyle münasip görmüş. “Mısır koçanı” olarak tanınıyor. “Göte Giren Şemsiye” olarak adlandırma olanağı da mevcut bence.




IBM Building. 1971. Mies van der Rohe – C.F. Murphy Associates.

Federal Plaza | 1964
Mies van der Rohe tarafından tasarlanan son büro binası. Traverten ve camdan mamul elegant lobide mimar beyefendinin büstü bulunuyor (Benzeri bir büst, I.I.T’de, Crown Hall’da da var). İnsanın için acıtacak kadar zarif ölçülendirilmiş oranlanmış bir bina. Son dönemde ulaştığı bu rafine ustalığın izleri 1964’de yapımına başlanan Federal Plaza’da da okunuyor (1980 yapımı Blues Brothers filminin son 10 dakikası bu yapı grupları arasında geçer ve çeşitli açılardan hava görüntüleri alanın taşakları hakkında bizi fazlasıyla bilgilendirir).
Elli iki katlı bina IBM Bölge merkezi olarak önemli miktarda bilgisayar sistemi barındırdığı için (muhtemelen yetmişlerin başlarında çok ihtimam isteyen ve büyük alanlar işgal eden cihazlar şimdilerin bir dizüstü bilgisayarından daha güçsüzdü geyiğini de araya sıkıştırayım) bu özel fonksiyonlar doğrultusunda son derece gelişkin iklimlendirme ve elektrifikasyon düzenekleri talep edilmiş ve donatılmış. Fakat 2006’dan beri IBM artık burada oturmuyor.. Daha fiyakalı ve yeni bir binaya taşınmışlar. Hala gayrı resmi olarak “IBM Binası” denilse de, artık adı adresinden hareketle “330 North Wabash”.

Sears Tower. 1974. Skidmore, Owings and Merril.
Tümüyle ölçek dışı bu acaip şey başka bir boyuttan ışınlanmışa benziyor. Dünya Ticaret Merkezi kulelerinden bile 30 metre daha uzun-du. Etrafındaki her şeyi güdükleştiren bu yüz on katlı simsiyah heyulayı ancak birkaç kilometre uzaktan yapıya benzetmek olası. Yaklaştıkça, tümüyle algı dışına seyahat eden ve etrafındaki her şeyi yutan bir kara deliğe dönüşüyor. Aslında, yapısal olarak ayrı çalışan ama birbirine kenetli dokuz gökdelen. 2004’de Taiwan- Taipei’de “Taipei 101” bitirilene kadar yeryüzündeki en yüksek binaydı.
 Bu “Şey”de belki tek ilginç olan, bindokuzyüz yirmi sonları, otuz başlarında inşa edilen gökdelenleri anımsatan kütle hareketleri. Kentte kantarın topuzunun kaçtığı tek yapı örneği. Katalogla dikiş makinası, iç çamaşır, av tüfeği veya kuyruklu piyano satarak nerelere ulaşılabileceğini de gösteriyor İlk sahibi perakende devi “Sears, Roebuck and Company” idi. 1993’de binayı dehleyince, kiracılardan biri olan dev İngiliz sigorta aracısı “Willis” in adı ile anılmaya başlandı. Ama kim sker Willis’i? O hala “Sears Tower” ! Etrafındaki binaları nasıl cüceleştirdiğine dikkat edin.

Binanın projesini yapan Skidmore Owings and Merril Mies van der Rohe’nin kendisinde daha “Miesian” yapılar tasarlamakla meşhur. Istanbul’daki Hilton Otelinin de müellifi bu tasarım bürosu.

Metropolitan Detention Center. 1975. Harry Weese and Associates.
Federal Mahkeme binasının hemen yakınında yargılanmayı veya ifade vermeyi bekleyenler, kısa gözaltı süreleri için inşa edilmiş. Merdiven kovaları ve asansör şaftları üçgen planın ortasında. Dış yüzeyler hücrelere ayrılmış. Açıklıkların çoğu yaklaşık 13 santim genişliğindeki hücre pencerelelerinden oluşuyor. Bu ölçü cezaevleri dairesinin öngördüğü parmaklıksız minimum açıklık ! Yani, “gözaltında iken pencereden atlayıp intihar etme” durumu söz konusu değil. Ayrıca çatıda, duvarlarla çevrili ve peyzaj düzenlemesi yapılmış bir avlu binadaki “misafir”lerin kullanımı için. Göte cop sokma ve Filistin askısı üniteleri var mı bilmiyorum. Brüt beton monolitik kütle epey etkileyici. Bir zamanlar Boston City Hall için söylenen ”ortadan kaldırmak gerekirse, ancak kontrollü bir nükleer patlatma gerekir” sözü bu yapı için de geçerli. Böyle bir yapının, daha doğrusu bir nezarethanenin modeli yapmak isteyecek kadar sapıksanız şuraya tıklayabiliriniz.

John Hancock Center. 1969. Skidmore, Owings and Merril.
Marina City gibi çok fonksiyonlu bir yapı bu da. Ama, kesinlikle ondan daha zarif ve şık. Altta dükkanlar, yirmi dokuz büro katı, kırksekiz kat konut, lokanta, zart zurt. Yukarıya doğru incelen yaklaşık üç yüz metrelik bu kütlenin en üstünde kenti ve gölü dikizleyebileceğiniz - elbette ücreti mukabili – bir bölüm var. Dış kabuğun yükseldikçe içe doğru kapanarak kesiti inceltme numarası yapı tasarlandığında pek sansasyon yaratmış. Rüzgar yüklerini azaltan ve daha geniş alan gerektiren fonksiyonları yapının alt katlarında toplayan bu numarayı nedense Bay Skidmore, Owings and Merril bir daha kullanmamış. Belki Ali Ağaoğlu kullanır ilerde. On sekiz kat boyunca yükselen diyagonal kuşaklar da, yapının görsel etkisine katkı yanında konvensiyonel yapılara göre daha az çelik kullanımı sağlayan şeytana pabucunu ters giydirir bir akıllar.



Equitable Building. 1965. Skidmore, Owings and Merril; Alferd Shaw.
Çok fena bir yapı daha... Bakımlı, şık ve ağırbaşlı. İşveren ve Mimar arasında bir uyum varsa, işte burada ondan var. Kent merkezindeki bir parseli kanunun izin verdiği limitlere kadar kullanmayıp, genişçe bir alanı genel kullanıma açık bir alan olarak bırakmak her babayiğidin harcı değil. Ama burada yapmışlar. Dıştakilerin daha dar olduğu dörtlü grup pencereler daha önce Mies’in 860-860 Lake Shore Drive Apartmanlarında daha örtük olarak uygulanmış bir şema. Fakat buradaki etki sanki daha dramatik. Pencerelerin altındaki kalınca yatay bantlar katları vurgulamakla kalmayıp, vurgulu dikeylikle çekici bir gerilim yaratıyor. Pencere grupları arasındaki “kolonlar” aslında taşıyıcı ögeler değil. Katlara sıcak ve soğuk hava pompalamaya yarayan şaftlar. Rengi, oranları ve diğer yapı gruplarına olan uzaklığı (bunu önündeki genişçe plazaya borçlu) ile dikkati çeken, güzel bir bina.


Lake Point Tower.1968. Schipporeit - Heinrich Associates.
Gölün kıyısındaki biraz modası geçmiş gibi duran ama yinede görkemli bu çok katlı konutun mimarı beyler Mies van der Rohe’nin öğrencileri. Modası geçmiş gibi durmakla birlikte, perde duvar ve plaklardan oluşan yapı aslında strüktürel bir cambazlık gösterisi. Tamamlandığı zaman yeryüzünün en yüksek betonarme yapısı ünvanına sahipmiş. Üç kıvrımlı organik forma sahip kule Mies’in 1921 tarihli cam gökdelen projesinden esinlenmiş ve sonraları epey popüler olmuş bu tür projelerin ilki (Mies’in hayaleti kentin her yerinde insanın karşısına çıkıyor). Yuvarlak köşeli form rüzgar yüklerinden daha az etkileniyor ve görsel etkisi muazzam. Koyu renkli camdan oluşan dış perdedeki etkileyici yansımalara dikkat.


Henry Hinds Laboratory for Geophysical Science.1969. I.W. Coburn.
Esasen kentin güneyindeki kampüsleri başka bir yazıda ve genişçe yazmak isteğindeyim. Şimdilik, Chicago Universitesi Kampüsüne hakim neogotik tarzın en güzel yorumlandığı önemli yapılardan biri ile idare edin.
860-880-900 Lake Shore Apartments 1952. Mies van der Rohe; Pace Associates;Holsman, Holsman, Klekamp and Taylor.
Çocukken bu yapıların varlığını bilsem ve “Büyüyünce ne olacaksın?” diye sorsalar, “860-880 leykşoor apartmanlarında kapıcı olucam” derdim. Muhtemelen tüm evrendeki en meşhur apartman grubu. Öyle ki,Türkiye’deki zengin ayak takımı bile bu yapıları biliyor artık. Chicagodaki en “mutena” mahalledeler. Etraflarında şimdilerde daha moda olan yüzyıl başlarında inşa edilmiş ufak apartmanlar ve müstakil evler, önlerinde de göl var. Yani olursa bu kadar olur. Tüm öğrencilik hayatımı bir gün bunları görmeyi hayal ederek geçirdim. Çalıştım kazandım benim de oldu.


Açık ve ferahlatıcı yapılar daha sonra yapılmış Equitable binasındaki pencere yapısına (yani dörtlü bölümleme, A-B-B-A oranlarına) ve genel olarak sayısız yapıya esin kaynağı. Ama artık gözümüz binlercesini gördüğü için pek sklemiyoruz. Söz konusu oran ve biçimleme üzerine çok bilen mimarlık eleştirmenleri epey zart zurt etmiş, çok ince matematik formülasyonlar, karmaşık yapısal analizler getirilmiş olsa da, bence adamın yaratıcı enerjisinin basit ve çok etkileyici göstergeleri. Yapının hiç zorlamasız “ete kemiğe bürünmüşlüğü”, göz alıcı saydamlığı inanılmaz.
Uzun süre yapıların tek eleştirilen yönü cepheden yer alan ve taşıyıcı olmayan “I” profiller. İnandığı ve hep uyguladığı bezemeden uzak, içi dışı bir yapı anlayışını kesintiye uğrattıkları. Var olan strüktürün gerçekliği yansıtması, görünen her şeyin yapıyı doğrudan etkileyen bir işleve sahip olması gerektiğini savunan birinin bu tür bir maymunluk yapmış olması (ne ayıp)! Gariban Mies n’apsın? Chicago’da geçerli yangın emniyet kuralları bir katı geçen her yapının yangına dayanıklı hale getirilmesini emrediyor.Tek çözüm çelik taşıyıcı sistemi betona gömmek.Yapının strüktürel şemasının güme gitmesini önlemek de, ancak bu dikey elemanları eklemekle mümkün. Bunu siz bile anlayabilirsiniz. Konu gündeme geldiği zaman, neden böyle yaptığına dair yapısal kılıflar da üfürüyor.


Hepimiz biliyoruz aslında şık görünsün diye orada olduklarını. Yapılar özel konut olarak kullanılıyor olmalarına rağmen, 1996’da kentin mimari hazinelerinden biri olarak tescil ediliyor. Bildiğimiz, bilmem kaçıncı dereceden tarihi eser yani. Ben esas Mashattan’ı  merak ediyorum, O ne zaman İstanbul’un kültür hazineleri arasındaki mümtaz yerini alacak ?

Hürmet ederim,


Lake Point Tower'e ait  1. fotograf internetten, Diğerleri BvP,  2007
Cam Gökdelene ait tarama Robert Blake'in Mies van der Rohe kitabından.

Edited By Miki





Hiç yorum yok: