Emsallerine faiktir

Mayıs 17, 2011

Hayat Dergisi 1962 -1964 : Telif ve Tehlikeli Bir Dünyanın Tarzı


Magazin içerikli dergilerde sunulan gündelik yaşam kurguları ve onları şekillendiren, gerideki politik/ekonomik retorik çok ilginç.[1] Türlü biçimlerde egemen kültürü yeniden üreterek yapılan bu sunum, genellikle net bir ideolojik savunma içermiyor. Hayat Dergisi örneğini dikkate değer kılan –her türden- ideolojik savunmanın çok net, kalın çizgilerle yapılıyor oluşu sanırım. Tavrın 1950’lerin, 60’ların çok naif Türkiye’si için bile fazla kaba saba olduğunu düşünüyorum kimi zaman.
Amacım söz konusu ideolojik nalbantlığı deşifre edip, Hayat Dergisi fonunda iktidar bloğunun yerleştirmeye çalıştığı dünyaya bakışı yeniden okuyabilmek. Ancak, yerleştirilenin doğruluğu, topluma ne ölçüde yarar sağladığı ve sonuçlarını tartışmak bu yazının sınırları dışında kalıyor.

Genel hatları ile çizmeye çalıştığım söylemin örneklerini Kasım 1962 – Ağustos 1964 arasından seçtim. Kamplar arası gerilimin çok yüksek olduğu 60’ların başlarındaki bu kısa zaman dilimi bile yaptığınız okumaya bağlı olarak, işlerin nasıl yürütüldüğüne dair net örnekler içeriyor.

5 Nisan 1946. Abanoz Sokağı, Istanbul, Turkey

Mimarlık Tarihi üzerine yazıp çizen Charles Jencks “modern mimarlık”ın ölüm tarihini nasıl şaşmaz bir doğrulukla, 15 Temmuz 1972 saat 15:32’de Pruitt-Igoe konutlarının dinamitlenerek yıkışı olarak saptamış ise, alın benden de size bir saptama: “Amerikan Yaşamına Giriş” ya da Amerikan Tarzı Yaşamın bize “girişi”: 5 Nisan 1946. Teknolojik heyula, yüce savaş makinesi, hür dünyanın şeyi Missouri Zırhlısının Dolmabahçe önlerine demirleyişi…[2]

Savaş gemisinin getirdiği yalnızca Türkiye’nin Washington Büyükelçisi Münir Ertegün’ün “naaşı” değildi elbette. Esas gelen, bir yaşam biçimiydi. Misafir kutsaldı bu topraklarda. Onu en iyi şekilde karşılamak, ağırlamak için elimizden geleni yapacaktık kuşkusuz. Minarelere “Wellcome Missouri” mahyaları asılıp, hatıra pulları çıkarıldı. Tekel de üzerine düşeni yapıp piyasaya “Missouri” adında bir sigara sürdü. Tüm bu güzellikler hatırlarda kalmayıp, konu ile ilgili tek anımsanan Kerhaneler sokağı “Abanoz”un günler öncesinden pırıl pırıl yıkanıp paklanması, -af buyurun- sermayelerin tepeden tırnağa, kılı kırk yararak yapılan tenasüli muayenesi oldu. Akşama Dolmabahçe Sarayı’nda geminin yüksek rütbeli subaylarına ve Büyükelçi Alexander W. Weddel’e verilecek ziyafet heyecanı yüzünden Ertegün’den kalanların (ölümü 11 Kasım 1944) gemiden nasıl çıkarıldığı, ne yapıldığı pek kimsenin umurunda olmadı. [3] Ama Abanoz Sokağından yayılan neş’e uzun dönemler boyunca politikacılarımızın suratından silinmeyecekti.

İşler öyle 4 Nisan’ı 5’ine bağlayan tek bir gecede olmadı tabii. Her ne kadar dandik bir blog yazısı olsa da kısaca anlatayım:

Sovuk Savaş… Geliyor Galiba [4] 


1945’de ikinci dünya savaşının bitimiyle değişen, yeniden şekillenen uluslararası düzende, savaş sırasında izlediği politika nedeniyle yalnız kalan Türkiye’de siyasi iktidarın gönlü kapitalist bloğun ve onun lideri Amerika’nın yanında olmaktan yanaydı. Hem, atom bombası vardı heriflerin elinde. Boru mu bu?

İşleri kolaylaştıran Türk-Sovyet Saldırmazlık Antlaşmasını yenilemek istemeyen Sovyetler Birliği oldu. [5] Adamlar resmen yiyecek bizi. Fakat bizim ne istediğimiz dönemin anti komünist ağzı ile, “hür dünya”nın hala pek skinde değildi. Amerikalılar “kerize” yatıyor, Potsdam Konferansında Truman Sovyetler Birliği’nin toprak isteklerinin bu iki devleti ilgilendirdiğini, dolayısıyla iki ülke arasında çözülmesi gerektiği yumurtluyordu. Bu arada dünyada bir demokrasi gazıdır gidiyor, herkes siyasal sistemini gözden geçiriyordu. Bizde bu geçirme işi milli şefimize düştü doğal olarak. 19 Mayıs 1945’de “…memleketin siyaset ve fikir hayatında demokrasi prensipleri daha geniş ölçüde hüküm sürecektir” buyurdular. Bir şeyler daha yapılsa, komünizm tehlikesi falan olsa… Şöyle, içten “kızıl azgınlık” falan… İyi olacaktı. Olmayınca, eh eldeki malzemeden; siyasal liberalden, sosyalistten idare edildi. 4 Aralık 1945’de Tan Gazetesi ve matbaası gençler tarafında basıldı, makineleri parçalandı. [6] Polis müdahale falan etmedi zaten. Birkaç gün sonra da, gazetenin yöneticileri ve sahibi tutuklandı tabii. Unutmadan: 7 Ocak 1946’da da Demokrat Parti kuruldu!

Tam da bu hayhuy içinde Churchill Amerikalıların gözünü korkutan şu meşhur “demir perde” konuşmasını üflüyor kulaklara (Mart 1946). Aynı ayın sonunda da, Amcanız Sam, Bay Ertegün için Missouri’yi seferber ediyor. Eh, biz de üzerimize düşeni yapıyoruz. İlerleyen yıllarda IMF’ye üye olup, Kore’ye asker gönderiyor, NATO’ya üye oluyor, askeri yardım [7] alıyor, modernize oluyor, topraklarımızı Amerikan üslerine açıyor[8], bamsı beyrek uykuda iken, boy boylayıp, soy soyluyoruz.

Ben Magazinin Telif Olanını Severim, Ellilerde Amerikalı, Altmışlarda Avrupalı Olsun

Amerikan eksenli burjuva demokrasileri ile Sovyetler Birliği merkezli sosyalist yönetimler arasındaki gerilimin askeri bir çatışmadan çok kültürel, sosyal ve ekonomik çatışmalarla sürdürüldüğü, propagandanın gırla gittiği bu yıllar Türkiye için de sanayileşme, kentleşme, ulaşım ve iletişim ağlarının genişlemeye başladığı önemli bir dönem. Magazin içerikli çeşitli Amerikan dergilerinin Türk versiyonlarının yayınlanması tam da bu ideolojik açılıma denk geliyor. “Bütün Dünya”, “Akis”, “Resimli Hayat” ve “Hayat” [9] sayesinde Amerika’ya gitmeye gerek yok. O bize misafir... Bir daha da gitmiyor, “yüz verdik ayıya, geldi sıçtı halıya” hesabı misafirliğin bokunu çıkarıyor zaten.

Kıyasıya süren ideolojik savaşın basılı araçları Ellilerde Amerikan imgesine olan inancı ve hayranlığı sarsılmaz şekilde pekiştirmekle kalmayıp, bu hayranlık ekseninde Amerika’yı Türk modernleşmesinin yeni rehberi olarak sunar. Yeni kurgu içerisinde alt ve orta sınıfın yeri aslında bellidir, ama egemen sınıfın yaşam biçimine özendirilir, sınıf atlama içgüdüsü sürekli kışkırtılır. Bunun her an gerçekleşebileceği düşü, ama ve ancak- anti komünist bir söylemle - iktidarı sürekli destekleyen bir perspektiften sunulur (Oktay, 1994:71)(Yıldırım, 2002:217).

Altmışlarda durum biraz değişir. Amerika halen demokrasi, teknoloji ve askeri gücün tartışılmaz yıldızıdır; Hollywood dünyasının ünlüleri, Amerikalı “zenci şarkıcılar"a ilişkin dedikodu malzemesi yine bolca tüketilir ancak, artık en sevilen magazin figürü olma tekelini müsrif ve çok zarif Avrupalı, Doğulu prensesler, sürgünde, kütür kütür ve yalnız kraliçeler (İran Şahı’nın taburcu ettiği “Sabık İmparatoriçe” Süreyya), “Avrupa’nın en hovarda prensesi Ira”, Eski Mısır Kıralı Faruk, sonradan aristokrat Hollywood yıldızları ellerinde tutar. İkinci Dünya savaşının yıkım ve travmasından kurtulmaya başlayan Avrupa kültürel derinliğini yeniden hissettirmeye başlamıştır. Hemen her sayıda uyduruk bir Avrupa monarşisinde kraliçeliğine soyunmuş Hollywood oyuncusu Grace Kelly niye film çeviremediğini anlatır umutsuzca ve yana yakıla, ama geri zekalı magazin okuyucusu aklında tutamaz bi türlü! O yüzden birkaç haftada bir tekrar anlatılması gerekir.

Renkli, dünyadaki ile eş zamanlı, “real time” bir sosyal hayatın ışıltısı her sayıda göz alır. “Gerçekten görülmeye değer giyim ve kuşam zarafeti içinde biri birinden güzel gruplar arasında genel olarak Türk basınından sadece Hayat davetli” olur doğal olarak. 60 başlarının Türkiye’sinde mekanlar kısıtlı ama yeterlidir. 1955’de Hilton, 1958’de de Çınar Otel açılmış, İstanbul’da misafir bulunan prens ve prenseslerin katıldığı “mehtap kokteylleri” (Sayı:36, 30 Ağustos 1962), “çaylar”, “suvare”lerin fonunu oluşturmuşlardır. Stil ikonlarının, manken-sunucuların bilinmediği, taşralı ikinci ve üçüncü kuşak sanayi burjuvazisinin kamışına daha su yürümemiş bu demokratikleşme, özgürleşme hevesindeki dünyanın sosyal referansları maalesef halen aristokrasi olmak zorundadır. Prenses Hanzade, Prens Abbas Hilmi, Neslişah’ın kızı Prenses İkbal her taşın altından çıkar. Bu davetlerde hep “İngiliz dostlar” la selis bir İngilizce konuşulur (anadilleri gibi Fransızca görüşebildiklerine zaten şüphe yok). Hanedan ailesinin Amerikalı dostları olup olmadığını bu haberlerden anlamak olanaksızdır. Ama sosyal sınıflar arası farkları önemsemeyen, sıradan ve rahat Amerikalı imajının halen revaçta olan bu zerafet ve görgü kurgusuna pek uygun düşmeyeceğini düşünebiliriz.

Aslında derginin magazin perspektifi de ilk yıllardakinden farklıdır. Temel eğitim artık yerini daha incelikli konular ve mesajlara bırakır. Hayat sayfalarında artık “İstanbul Kız Talebe Yurtlarından Röportajlar” (Sayı:84, 16 Mayıs 1958), “1958’in İdeal Sekreteri” (aynı sayı içinde), “Nişanlılar Okulu” gibi yazılara fazla rastlanmaz. (12 Aralık 1958 tarihli 114. sayıdaki bu yazı ilginç. Birkaç sayfa sonra bir futbolcu ve eşi ile yapılmış röportaj da benzer mizansenle süslenir.) Gönül Postası Sütunlarındaki, “Ben bir kızı seviyorum. O da beni seviyor. Fakat en yakın arkadaşlarımız bize mani olmıya çalışıyorlar. Acaba bu neden ileri geliyor?” saçmalıkları yerini başka saçmalıklara bırakmıştır. Bununla beraber, kentleri kısa sürede ve çok miktarda dolduran, ama kentlileşememiş kalabalıklara edep-erkan misyonu halen geçerlidir. “Temizlik… Evet ama, komşulara zarar vermeden”. Anlaşılan köylülüğü apartman dairelerinde yaşama hevesi kimi sıkıntılara sebep olur. Oysa, “Avrupa ve Amerika’da olduğu gibi, temizlik günleri, apartman sakinleri tarafından anlaşarak ayarlanacak olursa, bundan hiç kimse zarar görmez” (Sayı:47, 12 Kasım 1964). Avrupalı moda evlerinin giysi modelleri, dönemin vazgeçilmezi topuzlar  Avrupa’dan bildirilir.

Ne Muazzam Bir Millet Şu Türkler Yarabbi!

Yeni düzende Amerika Türk Modernleşmesinin ana referansıdır ve gerilim altındaki hür dünyanın ufkuna sabahları güneşin Manhattan civarından doğduğu/doğması gerektiği bıkıp usanmadan anlatılır magazin okuyucusuna. Ama bu uğraş içinde Türkiye’nin, Türk toplumunun Amerika için öneminin altı da sürekli çizilir. Evet, Türkiye Kore’ye asker göndermiş, topraklarında üsler kurulmasına izin vermiştir, yine de alttan alta, kendimizi adam yerine koydurmak için bunların yeterli olmadığı hissi yakamızı bırakmaz. Türklerin basit, yetersiz bir doğu toplumu olmadığına –esasen- bizi ikna etmeye yönelik yoğun bir çaba gösterilir.

Oysa, gezegenin “hür” tarafında sesini duyurabilmek, bir yer edinebilmek, “ulan bizi de adam yerine koyun işte, ne var?” diyebilmek için sepetimizde fazla bir şey yoktur. Bu dar hareket alanında, yazar ancak maddiyat ve onun sağladığı boğucu atmosferde yaşayıp bunalmış olduğu kurgulanan batı insanı için “mertlik”, “cesaret”, “tevazu”, “cömertlik” gibi soyut kavramlar sunabilir. Bu sunumun gerçek hedefi ise, gurur ayarları ile geçen yıllarda epey oynanmış Türk dergi tüketicileridir.

“Türkiye Çalışma Kamplarını Teşvik Derneği” adına Yakacık’ta buluşan Dünya gençlerinin (yazıya konu kampta Dünya Gençleri topu topu 15 öğrencidir) hepsinin “Biz Türklere karşı yapmacıklıktan uzak bir sevgileri var”dır. Ohio Üniversitelerinden birinde Tarih ve Siyasal Bilgiler öğrencisi Miss Joan da çok pis hayrandır, şu fakir ama onurlu ülkeye ve insanına: “Bu misafirperverliğe bizim memleketimizde asla rastlanmaz. Batının maddeciliği karşısında Türklerin Ruh üstünlüğü var!..” Şeklinde duygu ve düşüncelerini ifade eder. (Sayı:36, 30 Ağustos 1962)

Sepetteki başka bir mal da, halk oyunlarıdır... Çoğu sayıda “Folklor Ekiplerimiz Beğenildi” başlığı ile “festivale katılan ve takdir toplıyan” halk oyuncularına ait resimler görürüz. (Sayı:47, 12 Kasım 1964), “Türk Folklor Ekipi Venedikte” dir, üstelik Türk Folklor “Ekipi” yalnız İtalyanlardan değil, İtalya’ya gitmiş binlerce turistten de alkış toplar. “Tığ gibi delikanlıların” Kılıç-Kalkan oyunları “bilhassa çok alkış toplıyan” gösterilerden olur! (Batı insanının kesici silahları birbirine vurarak daireler çizen, kısa pantolonlu bir grup bıyıklı adamı ilginç bulacağı düşüncesinde doğruluk payı olabilir hakkaten!) ”Kılıç Kalkan Ekibimiz Holanda’da”dır. (Sayı:36, 30 Ağustos 1962)


“Yarınki Nükleer Harblerin Tesirli Silahları” ve “Çakı Gibi Çocuklar”

Eninde sonunda çıkacağına hiç şüphe olmayan “Yarınki Nükleer Harb”, sürekli gündemde ve alet edevatı da devamlı dergi sayfalarındadır. Burada tartışmasız hakimiyet Amerikan silahlarına ve teknolojisine aittir. Polaris denizaltıları (Sayı:18, 25 Nisan 1963), Uçak gemileri (Sayı:46, 8 Kasım 1962)(Sayı:17, 19 Nisan 1962) uzun uzun anlatılır. Magazin dergiciliğin ötesinde, apaçık bir militarizm hedeflenir, sunulur. Bu çizgideki haber ve röportajların yerli olanlarında da rastlanır. Derginin henüz çözemediğim denizaltı fetişizmi kapsamında romantizm soslu “60 Kademde Bir Aşk Sahnesi: Yunus Balıkları Sevişiyor” Sakarya Denizaltısı [10] röportajı gibi (Sayı:36, 30 Ağustos 1963). “Sırası gelmişken söyleyelim: Denizaltının arşivindeki plaklara henüz İstanbul radyosunda rastlayamazsınız. O kadar yeni. Daha bizde işitilmemişleri var. Sağ tarafı bir dergi rafı kaplamış. Üzerlerinde: Post, Time, Life, Hayat, Ses, All Hands gibi tanınmış mecmuaların son sayıları dizilmiş. Personelden çoğu Amerikada bulunmuş. İngilizce bilen çakı gibi çocuklar. Geniş bir dünya görüşleri var. İnsanın Türk Silahlı Kuvvetlerinin içten içe ne büyük bir değişiklik gösterdiğini anlaması için, yakından şöyle bir temasa geçmesi yeter.” (‘Tanınmış mecmualar’ arasındaki ‘All Hands’ Amerikan Donanması tarafından propaganda amaçlı  yayınlanan bir dergi. Raftakiler de muhtemelen gemiyle birlikte 1948’de gelmiş sayılar… Muhabir bu ufak noktayı görmezden gelmeyi tercih etmiş. Eh, bana da bunca yıl sonra bok yemek düşer.)

Kapağında Claudia Cardinale’in yer aldığı olan 16 Mayıs 1963 tarihli sayının 3. sayfasındaki “Yurtta ve Dünyada Hayat” başlığı altındaki haberler, Cento Genel Kurmay Başkanları toplantısı ve “Kaybolan lale sevgisini tekrar aşılamak amacıyla düzenlenen” ve büyük ilgi gören festivale ilişkindir! (Hayat okuyucularını ne kadar ilgilendirir bilmiyorum ama, o hafta ünlü yazar Barbara Tuchman’ın Pulitzer ödülü aldığın söylemek geldi içimden).

Hayat Dergisi’nin topluma karşı bir görevi daha vardır. Dünyanın gerilimli coğrafyaları ve hepsinden önemlisi, Kızıl Tehlike konularında okuyucularını eğitmeyi, bilgilendirmeyi görev edinir. 25 Ekim 1962 tarihli 44. sayıda işlenen konu “kendisini komünizmin kucağına canu gönülden atmış” Arnavutluk ve lideri Enver Hoca’dır. Enver Hoca’nın “memleketini koyu bir komünizme götürmek için giriştiği geniş tasfiye hareketine ilaveten en mühim icraatı da din mefhumunu ortadan kaldırmak” olmuştur. “Bütün komünist memleketler gibi şiddetli bir iktisadi buhran” içindeki “Arnavutlara Çinliler geniş yardım vaat etmişlerse de henüz gemiler ufukta görünmemektedir”.

Arnavutların Kafası Bozulursa ?

Anlatılanlardan Enver Hocanın pek yakında ebesinin fercini feci surette göreceği kesindir. N.S. harfleri ile yazıyı kaleme alan bize iki tahmin sunar. Birincisi, Çin’e yanaşan bu dandik ülkenin Rusya tarafından kabak gibi oyulma olasılığının orta vadede olabilirliği, ikinci tahmin ise Arnavutların “kafası kızıp” Hoca’yı sktir edebilecekleri. Bu seçenek pek yakın görünmez ama ilerisi için “en kuvvetli” sidir. Maalesef N.S.’nin politik tahminleri epey osuruktandır. Ne Sovyet saldırısı gerçekleşir, ne de Arnavutlar adamı def ederler. 1985’de gönül çarkı durana kadar, 41 yıl ülkenin başında kalır!

Aynı sayıda Irak ihtilali ile ilgili yazıda N.S.’nin aslında Naci Serez olduğunu öğrenmek mümkün. Arnavutluk ile ilgili yazıda adını vermek istememiştir de, “komünistlerin dev propaganda makinesi yeni yağlanmış şekilde işlemeye başladı” bilgisini kendi adı ile vermeyi tercih etmiştir. Yazı “Birden Irakta o zamana kadar malum olmayan bir siyaset edebiyatı meydana çıktı. Nutuklarda emperyalist kelimesine ilaveten artık burjuva kelimesi de yer almıştı” türü saptamalarla aydınlatır okuyucuyu.

Hayat çalışanı Naci Serez bıkıp usanmadan komünist blok ülkelerini ve içinde bulundukları durumu nakleder okuyuculara. “Bugünkü Dünya” Köşesinde “Kübada Neler Oluyor” başlıklı yazının sonunda “Evvela idari teşkilatın en mühim mevkilere komünistleri getirmeye muvaffak” olan – vay puşt vaaay - Castro’nun da önündeki ihtimalleri sıralar ki, seçenekler pek de parlak değildir: 1. Castro tasfiye edilebilir 2. Siyaset değiştirip komünistlere cephe alabilir 3. Castro ile komünistler arasındaki ihtilaf genişler vs. vs… Maalesef çok isteniyor olmasına rağmen bunların üçü de gerçekleşmeyecektir. (Sayı:36, 30 Ağustos 1962)

Uzun süre her türden okuyucuyu meşgul edecek başka bir bölge de Vietnam ya da dönemin yazışıyla Viet-Nam. Uzgörü burada da Dünya Savaşı odaklıdır. “İnsan oğlu aklını başına almazsa, idareciler soğukkanlı hareket etmezse, bu tehlikeli çıban başından fırlayıveren bir kıvılcım, bütün dünyayı yakabilir.” Derginin gönlü, her ne bok olacaksa cangılda olup bitmesinden, bu işin fazla dallanıp budaklanmamasından yanadır. Bu defa gerçekten de istedikleri gibi olur! (Sayı:36, 27 Ağustos 1964)
Francis Gary Powers
İdeolojik yanlılık konusunda inceleyeceğim son örnek 29 Ekim 1964 tarihli 54. sayıdan. Burada “Amerikalı Feza Casusu Powers’in Dramı” başlığıyla 1 Mayıs 1960’da Sovyetler üzerinde düşürülen U-2 [11] pilotu “feza casusu” Francis Gary Powers ve uçuşu anlatılıyor. Telif olduğu belli bu yazıyı yazan veya çevirenin adı yazılmamış. Hikaye genel hatları ile doğru ve tarafsız gibi görünmekle birlikte, yanlı bir üslupla CIA tarafından ve Başkan Eisenhower’in bilgisi ile yapılan bu apaçık tecavüzkar izlemelerin haklılığı geçmişten örneklerle verilir. “İlk hava casusluğu 1917 yılında Fransız, Alman ve Amerikan uçaklarının cephe gerilerine uçup kıtaların miktarları ve hareketleri hakkında bilgi vermeleri ile başlar…Göring’in hava kuvvetleri de daha tesirli hava bombardımanları tertiplemek için İngiliz adalarının mükemmel fotoğraflarını çekmişlerdi”. Ancak, bu keşif uçuşlarının savaş zamanı, düşman bir ülkeye karşı düzenlendiği, düşürülen U-2’nin ise barış zamanı, bağımsız bir ülke topraklarını havadan gizlice izlediği detayı üzerinde hiç durulmaz. Olayı duyan Sovyet Rusya Lideri “yumruğunu sıkarak” ve “tepine tepine” Powers’in casus olduğu söyler. Dünya “şaşkınlık içinde”dir. Başkan Eisenhower bi bok yendiğinin farkındadır elbette “Evet Amerikanın casus uçuşları tertiplediğini kabul ediyordu. Fakat elli eyaletini ve hür dünyayı Demir perde ardından gelecek ani bir baskına karşı nasıl koruyabilirdi?.. Amerikanın tek savunma vasıtası olarak ortada sadece bu casusluk uçuşları kalıyordu.” Yüzsüzlük iyice almış yürümüş, karşı taraf suçlu duruma düşmüştür bir anda! Zaten Sovyetler Birliği “hür dünya memleketlerinde amansız bir casusluk şebekesi kurmuştu. Rosenberg’lerin faaliyeti sayesinde atom sırları Rusya’ya aktarılmamış mıydı?” Evet Ruslar da sütten çıkma ak kaşık değildir ama, bu kadar yanlı bir tavır elli yıl sonra okurken bile iç burkucu.

Son Söz

Yazının blog standartlarına göre epey uzun olduğunun farkındayım. Ancak, yakın geçmişe yönelik bu basitlikte bir toplumsal tarih gözlemi bile, olgular arasındaki çeşitli bağlantıları açığa çıkarabilmek ve zihinsel kurguların önemini doğru saptayabilmekle mümkün. Verdiğim örneklerin bu kadar kapsamlı incelenişi sözünü ettiğim kurguları sağlam verilere dayandırma kaygısından kaynaklanıyor.

“Bilmiyorum bu izah efkarı umumiyeyi tatmin eder mi?”

BvP

Edited By Miki

Notlar :

[1] Türkiye’de popüler kültürü ele alan çalışmaları içerisinde magazin dergilerinde Amerikan imajı önemsenen bir konu.

Konu ile ilgili önemli bir kaynak: Oktay, Ahmet. Türkiye’de Popüler Kültür. YKY, İstanbul. 1993.

İleri tarihli başka bir derleme: Kültürel Çalışmalar. Toplum ve Bilim 94, Güz 2002 içinde, Yıldırım, Umut. Magazin İçerikli Dergilerde Amerikan İmgesinin İnşası: Başka Bir Modernleşme.

[2] Amerikan Donanmasının Missouri adındaki bu dördüncü gemisi (BB-53) gerçekten kıllı bir savaş makinesi. 1941 yılında kızağa konulup, savaşın bitmesine bir yıl kala, 1944’de bitirilebiliyor. Japonya’nın teslim anlaşması bu geminin güvertesinde imzalanmış. 1991’de hizmetten çıkarılana kadar bulaşmadığı iş yok.

1946 baharında gerçekleştirilen Akdeniz seferi popüler kültürümüzde sezdirildiği gibi özel olarak Münir Ertegün ve Türkiye için yapılmıyor. 5-9 Nisan tarihlerini Türkiye’de geçiren gemi, daha sonra sırasıyla Yunanistan, İtalya, Cezayir ve Fas limanlarını ziyaret eder. Sefer ile ilgili ilginç fotoğraflar için: http://www.history.navy.mil/photos/sh-usn/usnsh-m/bb63-m1.htm

[3] Merak edeni olacağını düşünerek: Münir Ertegün’ün gemiden alınan naaşı Üsküdar, Özbekler Tekkesindeki aile mezarlığına defnedilir.

[4] Uzun bir zaman aralığında casuslar, aşk, entrika, seks, cinayet, teknoloji, her türden avantür, bin bir türlü maymunluk içeren Soğuk Savaş doğası gereği çok ilgi çeken bir konu. Yayınlanmış çok miktarda çalışma mevcut. Konuya başlangıç için yakın tarihli iki metin:
Gaddis, John L., Soğuk Savaş “Pazarlıklar, Casuslar, Yalanlar, Gerçek” Çev. Cenkçiler, D. YKY. İstanbul. 2008.
Freeman, Lawrence. The Cold War. Cassel & Co. London. 2001.










[5] Molotov Feliks Çuyev’le yaptığı söyleşilerde bu durumu ve hoşnutsuzluğunu açıkça ifade eder. “Boğazların denetimini Türkiye’yle ortaklaşa yapmamız gerektiğini ileri sürmüştüm. Bu fikir aslında çok iyi bir fikir değildi ama görevi yerine getirmem gerekiyordu” (s:116-117). Çuyev, Feliks. Molotov Anlatıyor. Çevirenler: Hacıhasanoğlu A, Kabasakal S., Yordam Kitap,2. Basım. Istanbul. Mart 2010.

[6] Çabalar, tezgahlar ve dönem için bkz:
Ünlü, Barış. Bir Siyasal Düşünür olarak Mehmet Ali Aybar. İletişim Yay. İstanbul. 2002.
Berkes, Niyazi. Unutulan Yıllar. Sezer, R. (yayına hazırlayan). İletişim Yay. 3.Basım. İstanbul. 2005.

[7] Amerikan Askeri Yardımı, Türkiye’ye geliş süreci ve sonuçları için bkz : Paker, B., Akça, İ.,(der). Türkiye’de Ordu, Devlet ve Güvenlik Siyaseti içinde: Güvenç, Serhat. ”ABD Askeri Yardımı ve Türk Ordusunun Dönüşümü: 1942 -1960” İstanbul Bilgi Üniversitesi Yay. İstanbul. 2010.

[8] Karadeniz kıyılarındaki dinleme-izleme tesisleri ve U-2 uçuşlarında kullanılan İncirlik Hava Üssünden başka 1952’de kurulan Çiğli Hava üssü, orta menzili balistik Jüpiter füzelerine ve nükleer başlıklara ev sahipliği yapıyordu. Avrupa’daki toplam 45 adet Füzenin 15’i 1959 sonlarından itibaren Türkiye’ye, İzmir civarına yerleştirilmeye başlandı. 1963’de Küba Krizinden sonra Sovyetlerle varılan gizli anlaşma sonucunda söküldüler. Sevinilmesi gereken bu durum Hükümet ve ordu çevrelerinde hayal kırıklığı yarattı! Topraklarımızda bulunduğu için kendimizi güvende hissettiğimiz silahlar gerçekte daha Türkiye’de konuşlandırılmaya başladıklarında Amerikalı analistlerce eski ve kullanışsız oldukları, bir çatışma anında Sovyet hava gücünü bu bölgelere çekmekten başka bir işe yaramayacakları biliniyordu! Füzelerin üretim ve montaj ana yüklenicisi Chrysler çalışanlarından birinin İzmir yılları ve ilginç fotoğraflar için : http://www.hlswilliwaw.com/

[9] Hayat Dergisi’nin ilk sayısı 6 Nisan 1956’da yayınlanıyor. Sahibi Şevket Rado, “neşriyat müdürü” ise Hikmet Feridun Es. 4 Nisan 1958 tarihli, 3. Sayfadan yayınlanan “Hayat ikinci yıldönümünde” başlıklı haberde dergi “ilk çıktığı günden itibaren Türk mecmuacılığına Avrupai bir çehre veren ve memleketimizde pek düşük olan mecmua tirajını derhal yüz binin üstüne çıkartan” olarak tanıtılıyor.

[10] USS Boarfish (SS-327) 1944 – 1948, TCG Sakarya (S-332) 1948 – 1975? İkinci Dünya Savaşında Pasifik’te aktif savaş görevinde bulunmuş, 1948’de Türk donanmasına ödünç verilmiş Balao Sınıfı Dizel-Elektik Denizaltı. Röportajdaki bilgiler şaşırtıcı şekilde doğru. Denizaltının İlk Komutanı Royce L. Gross ve (Metinde L. Grosse olarak geçiyor) kutuptaki buz kütlesi altında yapılan sonar testlerindeki rolü oldukça doğru olarak anlatılmış.

[11] U-2 Uçuşları aslında ayrı bir yazının konusu olacak kadar kapsamlı bir incelemeyi hak ediyor. 1 Mayıs Pazar günü Moskova saatiyle 04:36’da Pakistan, Peşaver’den başlayan görev-4154 Sverdlovsk’un 175 mil kuzeybatısında yerden havaya atılan bir füze (SA-2) marifeti ile sona erer. (Yanıltma için İncirlik’ten 4154’den 10 dakika sonra başka bir U-2’nin kaldırılmış olması uzun yıllar popüler kültürde Powers’in bu göreve Türkiye’den başlamış olduğu sanısına sebep olmuştur..) CIA ‘daki üstlerinin hayal kırıklığına uğratma pahasına Uçaktan sağ olarak atlayan, sonra da intihar etmeyen Powers Sovyet mahkemelerinde yargılanır. Suçlamaları kabul eder ve 10 yıl hapse mahkum olur, 1962 Şubatında da Sovyet Casusu Rudolf Abel karşılığında serbest bırakılır. Amerika’ya dönen ama haber alma çevrelerince tarafından her zaman kendisinden şüphelenilen bu gariban adam sonunda U-2’leri üreten Lockeed firmasında, 1969’da test programı sona erene kadar test pilotu olarak çalışır. Daha sonra, hafif ticari uçak pilotluğu, radyo istasyonlarında trafik muhabirliği yapar, Son işi bir televizyon kanalında helikopter pilotluğudur. 1 Ağustos 1977’de bu helikopterinin düşmesi sonucu ölür.

U-2 operasyonları, Powers’in son görevi ve uçağın kendisi için kapsamlı bir kaynak: Polmar, Norman. Spyplane, “The U-2 History Declassified”. MBI Publishing Company. 2001.


Resimler Hayat Dergisinden. Üzerine tıklarsanız büyüyorlar.  Kitap kapakları da üşenilmeyip tarandı. BvP

- "Vita’yı çok seviyor."  29 Ağustos 1963.
- "Siyah desenli krepten kayık yakalı japone kollu Laroché rob."  30 Ağustos 1963.
- "Capece Faruk ile evleneceklerini… "25 Nisan 1963.
- "Kokteylin saatleri ilerledikçe… "30 Ağustos 1963.
- "İstanbulda Prens ve Prenseslerin Mehtap…" 30 Ağustos 1962.
- "Nazari Derslerden Sonra Sıra…"30 Ekim 1959.
- "Plaklarıyle baş başa…"30 Ekim 1959.
- "Gençlikte Olağan Şeyler…"7 Kasım 1964.
- "Elele – Dünya gençlerinin biri biri…"30 Ağustos 1962.
- "Tığ Gibi…"27 Ağustos 1964.
- "Her Yıl Holanda’nın Arnhem…"30 Ağustos 1963.
- "Kaptan ateşleme düğmesini parmağı ile…"25 Nisan 1963.
-"Limanımızda Bir Uçak Gemisi…" 8 Kasım 1962.
- Kafası Bozuk Arnavutlar. 25 Ekim 1962.
- "Arnavutluğun Stalin hayranı..."25 Ekim 1962
- "Kübada Neler Oluyor? Neler Olabilir?" 30 Ağustos 1963
- "Urallar üzerinde bir casusluk uçuşu sırasında..."29 Ekim 1964

Mayıs 05, 2011

Misket Veyahut Üçü Bir Arada


"Dünya Unutmaz" Ama, Ankara'lı Unutacaktır
Muhtemelen !
İki buçuk metre boyunda, sivri kulakların hemen altından çapkınca salınan yemenileri, elde mızrak ve paçaları “Cüneyt Arkın/ Kara Murat/ Dünyayı Kurtaran Adam/ Allah’ım Sen Bize Sabırlar İhsan Eyle” tarzı içeri sokulu pantolonları ile bir grup kedi çoğu yol kavşağını, orayı burayı tutmuş, vakur ve gururlu süzüyorlardı başkenti. Sordum soruşturdum, Dünya Çocuk Oyunlarının Maskotu, Turnuvaların neş’esi imişler.
Biliyorum, inanması zor. Şimdi; gözlüklü, lacivert takım elbiseli, bıyıklı, pırıl pırıl, gıcır gıcır  bir beyfendi çıkıp bana dese ki: “hey akılsız avanak!, Ankara Kedisi, Seymen kıyafeti ve misket oyununun bir bileşkesi; üçü bir arada, üçün biri onlar. Her yerde olucak, sektör olucak, bunu bütün Dünya unutmaz, sevicek ve sevdiiçin de sorun hallolucak... N’oldu? Maymuna döndün? Duuuur, elektro bağlama eşliğinde oynayalım, televizyon stüdyosu düğün salonuna dönsün de, gör ebenin şeyini büsbütün” dese? Eli yüzü düzgün bir cevap verebilir miyim? Hah işte bu yüzden, uydurmadığımı ispat için, siz muhterem okurlarımla –af buyurun- taşak geçtiğimi zannetmeyesiniz için görsel malzeme ile belgeleme ihtiyacını derinen hissettim. Yemin ederim var böyle bir şey. Yüzde yüz yerli, yüzde yüz pleksiglas, yüzde yüz poltergeist.



En Kalbi Hislerimle, Özgen efendi'ye yutüb şeyi için teşekkür ederim.
BvP

Fotograf: BvP

Mayıs 04, 2011

"FUL ARTI FUL"


ANKARA | OSTİM | MAYIS 2011
BvP