Emsallerine faiktir

Aralık 11, 2011

Türk'ün Mullus surmuletus'la İmtihanı


Üstte, Mullus surmuletus (Tekir), max. 40 cm.
 Geçen gün TERETEBİR “Karadeniz insanının hamsisizlikten kırılışı”nı irdeleyen muazzam bir gazetecilik şölenine imza atıyordu (hayvanlar kışı daha soğuk olan derin sularda geçirmeyi tercih etmişler bu yıl. İşin özü bu...). Karadeniz kıyılarında mukim bir takım vatandaşlar yana yakıla bu yıl nasıl doyasıya balık yiyemeyip ziyan zebil olduklarını, yöre insanının zaten tüm yediğinin “kara lahana” adlı sebze ve Engraulis encrasicolus olduğunu anlatıyorlardı. İş bu gazetecilik başarısının görsel malzeme ile de süslenmesi gerektiğinden, maalesef Yeni Yüce Türk İnsanı’nın önemli kültürel tökez tellerinden biri “bakın ekranlara nasıl yansıdı”!

Çevresel öğelerle ilişkilendirildiğinde, geçimini suda yaşayan omurgalı hayvanları satarak sürdürdüğü anlaşılan bir görsel malzeme (canlı), arkasındaki tezgahta suda yaşayan pek az omurgalı çeşidi (ölü) ve üzerine “Barbon” yazılı bir karton iliştirilmiş başka canlılar (ölü) vardı… Görsel malzeme (canlı) elinde mikrofon olanın: “peki; vatandaşlar ne yiyebilirler, hangi balığı öneririsiniz?” pasına,  tezgahtaki zarganaları işaret ederek; hamsinin yokluğunda yenebilecek balıklar içinde birinci sırada olduğunu, şifalı ve fosfor yönünden olağanüstü zengin bu canlıyı yiyen vatandaşlarımızın farkı görüp, fevkalade şaşıracaklarını, özellikle ve üstelik kılçığını yemeye kuvvet verseler daha bile iyi olacağını haykırdı…  Deklarasyona devam edecekti ya,  mikrofonu ona uzatan bile sıkılmıştı anlaşılan. Teşekkür edip; yüzünü kameraya, kıçını da görsel malzemeye döndü. O, söylemekle pek gurur duyduğumuz, “Üç tarafı denizlerle çevrili” ülkenin balık satıcılarının bir demet maydanoz kadar zekaya (belki) sahip olduklarını bizlere bu açıklıkla anlatan, üstelik devletin televizyon kanalında yayınlanan program için mesela, bir Su Ürünleri Kooperatifleri Merkez Birliği kınama mesajı yayınladı mı bilmiyorum.

143. Diplodus annularis (İsparoz)
144. Diplodus cervinus (Çizgili isparoz)
145.Diplodus sargus (Sargoz)
146. Diplodus vulgaris (Karagöz)
147. Lithognatmus mormyrus (Mırmır)
Zargananın (Belone vulgaris?) pişirilirken orta kılçığı ve diğer kılçıklarının dönüştüğü güzel yeşil renk, bu hayvanı ve kılçıklarını gözünde başka bir yere oturtuyor elbette. “Şifa” [1] ve “şifalı” bok püsür bizler için fevkalade ehemmiyete haiz. Aloe veralı el kremini “şifa niyetine” çoluğuna çocuğuna yedirenlerden bahisle, budalalık ne kadar artarsa bu bok püsürün de bir o kadar şifabahş olduğu saptanabilir. Ama bu coğrafyanın en büyük sıkıntılardan biri, “balıkçı”ların şu tekir-barbunya sorunsalı ki, çözümünü insanoğlu halen bulabilmiş değil. Küçücük ve kurnaz kafalar niyeyse barbunyadan biraz daha ufak, daha az lezzetli, ama mevsiminde güzel yağlı etinin tavası akılları baştan alıcı tekiri daha nadir ve kıymetli (bence o kadar da şey değildir. Bir parça çamur ve bok kokar, gevşek eti de hemen tüketilmezse çabuk bozulur) barbunya diye satar. Bu konuda pek hassastırlar nedense. Tekir balığı satmak yakışık almaz! Daha kıymetli bir şey satıyormuş kurnazlığından mı; yoksa basitçe, sattıkları şey hakkında bir bok bilmediklerinden mi kaynaklandığını, berlamla mezgiti, istrongilozla izmariti, karagöz (Diplodus vulgaris) ile ispariyi (Diplodus annularis) ayırt edip edemeyeceklerini bilmeme rağmen merak eder dururum.

Batı nasıl borç içinde ve hak etmediği yapay bir refah içinde yaşıyor ise; bizler de anlamını bilmeden/bilemeden/umursamadan okuyup yazmak zorunda olduğumuz kelimelerle, kavramlarla uğraşıyoruz hep… [2] Yediğimiz, ya da satarak “ekmek parası” kazandığımız canlıların adını bile yalan yanlış biliyoruz. Etrafımızdaki dünyaya karşı umursamazlığın cehalete doyduğu o sertleşme anı ise, tekire barbunya deyip, şu yanlış tanımlamayı bile doğru dürüst yazamamak olmalı. Yürrrü koçum, kim tutar seni?

……

Merak ediyorsanız, yanımız yöremizdeki balıkları tanımanın, öğrenmenin avandalığı olabilecek bazı kitaplar da var tabii:
- Genişçe bir katalog ve Akdeniz’deki balık ve diğer deniz ürünlerine ilişkin tarifleri içeren eğlenceli bir dille yazılmış Alan Davidson’un 1972 tarihli “Mediteranean Seafood” kitabı. Bu çok ünlü bir kaynağı Dost Kitabevi 2000 ve 2002 yılında “Akdeniz Balık Yemekleri” adlı ile iki defa bastı. Almaya değer, işe yarar bir şey.

 - Bir zamanlar kitap müzayedelerinde paralı pseudo entelektüellerin acayip fiyatlara aldığı  Bay Karekin Deveciyan’ın (Bu bey İstanbul Balıkhanesi Merkez Müdürlüğü de yapmış, pek bilgili bir zat) 1915 tarihli bir kitabı vardı. “Türkiye’de Balık ve Balıkçılık”. Aras Yayıncılık tarafından 2006 yılında Türkçe olarak basıldı.







- Türkiye denizlerinde yaşayan balık türleri hakkında daha düz bir katalog: Ege Üniversitesi Fen Fakültesi tarafından basılan 1989 tarihli “Türkiye Deniz Balıkları Atlası”. Mater, S., Uçal, O., Kaya, M., Tür sistematiği ve resimler içeren yaklaşık 100 sayfalık faideli bir eser. Denizlerimizde yaşadığı düşünülen yaklaşık 350-400 türün (Akşıray F., 1954 tarihli “Türkiye Deniz Balıkları Tayin Anahtarı” isimli kitabında 363 tür listeler.) iyi bilinen karakteristik örneklerini kapsıyor.

Balıkçı tezgahlarındaki çeşitlerin azlığı sizi yanıltmasın, “Marmara’da Ege’de balık mı kaldı beaaabi” salaklığı yapmayın hemen [3] . Çoğu balık çeşidi tanınıp bilinmediği, nasıl yeneceğine akıl ermediği için artık ortada yok. Kozyatağındaki Carrefour ilk açıldığı yıllarda epey çeşitli balık satılıyordu. Vatoz (gövdesi iki yanlardan kesilip fırınlanırsa kanatları pek güzel olur), mıngri (derisi soyulup dilimlenir ve bir gece sirkede tutulursa, hafif bir yağda yapılan kızartması ipe sapa gelir bir lezzettir.), tirsi ve taze kupez hatırladıklarım. Maalesef artık vongole bile bulunmuyor.

BvP,
Edited By Miki,



- Tekir (Mullus surmuletus) çizimi: BvP.
- Diploduslar: Türkiye Deniz Balıkları Atlasından Tarama, BvP.
- Kitap kapağı taramaları: BvP.
........................
[1] “İnan, Haluk, ezeli bir şifadır aldanmak” . Tevfik Fikret. Haluk'un Defteri.

[2] “Son İmparator” yazmak ne kadar zor olabilir? “Karoser”, veya “sandviç” ? Kamyon arkalarında görmüşsünüzdür mutlak: “Son iprator”, “son imprator”. Ulan, telaffuz bile edemediğin boku neden yazman gerekir? Biliyor musun kelimenin kökünü? “Empera” ne demek? Romalılar neden “divida et empera” diyor? Bunun ne olduğunu bilsen bir şeyler çıkarabilirsin belki. Hadi madem ukalalık edeceksin, yerli malı ukalalık et. “Son hükümdar” yaz… Ama, onu bile yazamazsın sen. Arkaik yaşam tarzın bakış açın ve bu konudaki hevesin mevcut politik iklimin yücelttiği bir şey zaten… “Herkez” mutlu.

“Sandöviç” , “Sandaviş”, “Sandeviç” de, oldukça sık karşılaştığım kelimeler. Kim bilir daha neler vardır, “floresan”ın veya “gardırop”un yazılış biçimlerinden hiç bahsetmeyeceğim bile. Yalnız şunu söyleyeyim: Çocukluğumda Füsun Önal’ın Eurovision Şarkısı “Bigudi”nin değişik kentlerdeki halk jürileri tarafından söyleniş biçimi bende ciddi travmaya sebebiyet vermişti. Benim Anadolulum bu Frenk kelimelerini öğrenmek, doğru telaffuz etmek/yazmak zorunda mı diye de sorabiliriz elbet. Ama, beceremediklerinin doğru Türkçe karşılıkları bulup, öğrenip -en azından onları– doğru yazamaz mı yiğit Yozgatlım mesela? “Prezervatif” gibi zor bir kelimeyi “kaput” olarak çevirişteki zekayı “laboratuar” için niye göstermezsin Sincanlı?

[3] Gerçi çocukluğumda Büyükdere’den Boğazın çıkışına dek kıyı boyunca dallara gerilen iplere asılarak kurutulan ıstakoz sepetleri artık abajur olarak kullanılıyor ama yine de, sözünü ettiğim mahlukat onlar değil.

Hiç yorum yok: