Emsallerine faiktir

Mayıs 20, 2012

Sirkeci Garı, Jachmund, İstanbul'da Oryantalizm



Şu fotoğrafa bi bakalım. Burası Sirkeci Garı’nın kullanılmayan -belki güzel değil ama- ilginç, girişi. Yani, ana cephesi. Önünde sıkıcı bir otopark var. Mevcut otomobil yığını yüzünden hafta içi günlerde, yapıyı bu taraftan görmek nerdeyse imkansız.
Ayrıca; günün her saati on binlerce insanın dolaştığı, her dakika trafiği kitli alanın dibine bir de benzin istasyonu yerleştirilmiş ki, olası bir akaryakıt yangınında itfaiyenin müdahalesi nerdeyse imkansız olsun; hem bu kıymetli bina yansın, hem çok miktarda insan telef olsun, şans yaver giderse, o civarda ne var ne yok çok pis tarumar olsun! Neyse, anlatacaklarım bu iç karartıcı senaryo ve yapının içinde bulunduğu tatsız durum değil. Bu tuhaf yapı ve başka bir tuhaf yapının mimari nitelikleri ile ilgili.

Alman bir Mimar; Bay August Carl Friedrich Jachmund, Doğu Mimarisini incelemek üzere 1888 Ocağında taa Prusya’dan kalkıp, Prusya Bayındırlık Bakanlığının izni ile – bakanlıkta çalışmaktadır, neticede memurdur kendisi - İstanbul’a gelir. Payitaht’a ayak bastığında da bir sürü oryantalist eleman ve motife aralarına Osmanlı bezeme elemanları da katıp vıcık vıcık bir egzotizm, tuhaf bir İslami eklektisizm yaratma ihtiyacı, hissiyatı ile dolu mudur bilemiyorum. Ama ertesi yıl II. Abdülhamid’in isteği ile devlete danışman mimar olur, Güzel Sanatlar ve Mühendis Okullarında ders verir. Mimar Kemalettin Bey'e de hocalık eder.  İstanbul’da kaldığı süre içinde belki başka yapılar ve en önemlisi, Alman İmparatorluğunun demiryolları üzerinde doğuya açılışının başlangıcı ve esas simgesi bu tuhaf yapıyı, Sirkeci Garı’nı tasarlar.



Kuşkusuz “Yakmunt Efendi”nin Osmanlı Mimarisi üzerindeki bilgisi yetkin, akli melekeleri tamdır. Ancak unutmayalım burası Batılıların “Doğu”ya ayak bastığı, her şeyin başladığı/başlayacağı – veya öyle umulan- nokta. O da ziyaretçiye ilk anda karşılaşmak, görmek istediği “egzotik Doğu” imgesini kaynağı Mağrip ve Kuzey Afrika mimarilerinde bulunabilecek sivri at nalı kemerler, bitki motifli vitraylı büyük yuvarlak pencereler, çokgen köşe kuleleri (eski fotoğraflarda ana girişin iki yanındaki bu kulelerin üzerinde soğan biçimli yüksek külahlar görülüyor), Hint mimarisinden ödünç soğan kemerler ile kurgulamayı münasip görür. Yerel mimariyi yansıtma kaygusu varsa bile, ne var ne yok bu hengamede kaybolup gitmiştir zaten.


Sirkeci Garı, Yan Kanatlar. 
Yapı esas olarak oldukça basit. Bir gar yapısının mekan gereksinimlerin uygun bir şekilde karşılıyor işte. Uzun dikdörtgen bir kütlenin ortasında öne çıkarılarak üç kat yükselen giriş bölümü ve iki yanda tek katlı alçak, zeminden hafifçe yükseltilmiş kanatlar,  uçlarında ise iki kat yüksekliğinde bölümler var.

Şu kanatların herbirindeki sekiz adet yuvarlak pencereyi ve  onların içine oturduğu sivri at nalı kemerli silmeleri Osmanlı mülkünde anlamlı bulmak için, halen mangal gibi yürek lazım.



Sirkeci Garı, Ana Giriş
Üstü aynalı manastır tonozu ile örtülü yüksek girişin çatı formu, yolcu salonunun tepeden doğal ışıkla aydınlanmasını sağladığı gibi, anıtsal etkiyi de güçlendiriyor. Muhtemelen alçak yan kanatlar ile birleşim noktasını işaretleyip, kütlesel kontrastı artırmayı hedefleyen iki yandaki kuleler de şu anıtsal etki işine yardımcı. Her katın pencereleri birbirinden biçim ve boyut olarak farklı. Ortadaki büyük kapı, iki yandaki pencereler aynı yükseklikte ve kapının üstünde iki renkli taşla örülü basık Osmanlı kemerine dikkat. Zaten bu ve birinci kattaki üçlü Bursa kemeri dizisi cephenin tek Osmanlı mimari öğesi değil. Giriş kapısını çevrelediği profil ve diğer elemanları ile bir bütün olarak ele alıp, gözleri hafifçe kısarak kapının üstündeki gotik eleman gül pencereyi de çıkarttık mı, al sana taç kapı işte…. Tabii çatı parapetindeki Yunan Klasiği kökenli neoklasik bezemeleri, onların altındaki ne olduğu pek seçilemeyen ama üzerinde Abdülhamid’in tuğrası olduğu kesin porselen oval şeyi; bi de, o üçüncü kat sırasındaki Hint tarzı soğan biçimli kemerleri  çıkaracağız!

****
Osmanlı İmparatorluğunda 19.yüzyılda yaygınlaşan bir mimalık akımı olarak Ortanyalizm, aslında – ve doğal olarak- Batı’dan ithal bir tarz. Halen çeşitli örneklerini görmek olası. Fakat maalesef Batı’nın, Doğu’yu tam olarak kavrayamadan kendi ülkesinde yeniden inşa ettiği, İslam mimarilerinin biçim ve düzenlerinin barok bir arka planda harmanlandığı bu “sözde orient”in tek bilimsel referansı aslında 18. Yüzyılda Batı Avrupa’dan kolaylıkla ulaşılabilen Granada’daki Elhamra Sarayı! [1]
Mağrip-Endülüs, yani Batı İslam  ve Hint mimarilerine ait  bezemeci yansımalarının görüldüğü yapılar İstanbul’da sadece Sirkeci garı ile sınırlı değil. Yıkılmış olan Taksim’deki Topçu Kışlası, Harbiye Nezareti’nin Kemerli Kapısı (Bugün İstanbul Üniversitesi’nin Giriş Kapısı), Harbiye Nezareti Biniş Köşkü (İstanbul Üniversitesi Bahçesindeki Profesörler Evi), Divanyolundaki Köprülü Medresesi, Bahriye Nezareti(Bugün Kuzey Deniz Saha Komutanlığı) gibi bir liste yapılabilir.

İstanbul Üniversitesi Girişi, (Harbiye Nezareti)

İstanbul Üniversitesi Bahçesi
Profesörler Evi (Biniş Köşkü)

                                 
Divanyolu, Köprülü Medresesi
(Otomobilini yapının  önüne bu şekilde park eden 
daly.rağın gıyabında sizlerden özür diliyorum.)

****
Sirkeci, Deutsche Orient Bank
“Yakmunt Bey”in başka bir yapısında da söz etmek lazım. Doğu seçmeciliğini Alman eliyle şekillendirdikten sonra, gönül rahatlığı ile ülkesine döner mimarımız "İstanbul’un 100 Mimarı" kitabına inanmak gerekirse [2], bilinmeyen bir tarihte ikinci defa İstanbul’a avdet buyurur. Bu dönemde de, Sirkeci Garı’ndan hemen birkaç yüz metre uzaklıkta şizofrenik gri taş kütlesi, sağır cepheleri, neoklasik kule ve üzerindeki bakır kubbesi  ile, o dönemde Osmanlı İmparatorluğu için çok önemli olan Alman sermayesinin güçlü bir simgesi, [3] Deutsche Orient Bank Binasını tasarlar. Sonraları, Germania Han olarak adlandırılan ve bu şekilde kullanılan yapı bugün boş duruyor. Sanki Sirkeci’de değil de, Trieste’de olsa daha iyi duracak garip yapı hemen aşağısındaki Sirkeci Garı ile birlikte mimarların “üslup” konusunda ne denli kaypak olabileceklerinin bir göstergesi (bence elbette).





BvP.
Edited By Miki
Fotoğraflar : BvP.



.............................


[1] Saner Turgut: 19.Yüzyıl İstanbul Mimarlığında “Oryantalizm”. Pera Turizm ve Ticaret A.Ş., İstanbul 1998.


Adından da anlaşılacağı gibi, genel olarak oryantalizmin ortaya çıkışı, Batı mimarlığındaki yerini ve İstanbul’da üretilmiş pek çok örneği biçim yönünden kapsamlı ve sağlam bir şekilde inceleyen mükemmel bir kitap. Bu saptama da kitabın 27. Sayfasından.


[2] İstanbul Belediyesince 2010 yılı Avrupa Kültür Başkenti gazı solunarak epey aceleyle hazırlanmışa benzeyen “İstanbul’un Yüzleri” serisinin kırk beşincisi, “İstanbul’un 100 Mimarı” kitabı maalesef listesindeki Mimarlardan Turgut ALTON’un adını inatla Turgut ANTON olarak yazmakta bir sakınca görmüyor! Üstelik bu, tek bir yerde yapılan dizgi yanlışı değil. Adamcağızın soyadını resmen “ANTON” olarak biliyorlar… Güncel bilginin bile yanlış aktarıldığı bu yayında başka yerde rastlamadığım bir bilgiye pek de güvenmiyorum maalesef.
Toraman, İbrahim: İstanbul’un 100 Mimarı. İstanbul’un Yüzleri Serisi-45, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayınları. 2011.


[3] Yavuz, Yıldırım, Özkan Süha: “Osmanlı Mimarlığının Son Yılları”. Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi içinde, cilt 4, s.1078-1085. İletişim Yayınları. 1985.